Gündem

Çanakkale Zaferi’nin 101. yılı

Tarih Haber / 18.03.2016

“Savaşın sonunu yalnızca ölüler görebilir” sözü, bırakın iki büyük Dünya Savaşı’na, ateşli silahların icadına bile tanık olmamış Antik Yunan filozofu Platon’a atfedilir. Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucularından Benjamin Franklin ise Platon’dan yaklaşık 2 bin yıl sonra, “Hiçbir zaman iyi bir savaş, kötü bir barış olmamıştır” der. Savaşın yakıcılığı, yıkıcılığı ve melaneti ister edebiyat ister siyaset, farklı mecralarda konuşuladursun 20. yüzyıl, insanlık tarihinin en büyük savaşlarına sahne olacaktır. Her biri kendi sebepleri, çıkarları ve bahanelerini sırtlanarak silahlarını kuşanan devletler, kitleleri ölüme sürükleyecek; çocukları öksüz, kuşakları yaralı bırakacaktır.

15. yüzyılda başta İspanya ve Portekiz olmak üzere Avrupalı devletlerin çoğu, henüz ayak basılmamış toprakları keşfetme ve bu toprakların zenginliklerini kendi ülkelerine taşıma amacı güder. Böylece tarihte Coğrafi Keşifler olarak adlandırılan ve sonucunda sömürgecilik kavramının doğduğu süreç başlamış olur. Amerika’nın Avrupalılarca keşfedilmesi; ilk kez İtalya’da filizlenen Rönesans akımı; Martin Luther’in önderliğinde Katolik Kilisesi’ne karşı başlatılan Reform hareketleri; akıl ve mantığı temel alan ideolojilerin geliştirilmeye başladığı Aydınlanma Çağı; milliyetçilik akımının doğmasına sebep olan, başta çok uluslu imparatorluklar olmak üzere tüm dünyayı etkisi altına alan Fransız İhtilali ve teknolojik buluşların önünü açan Sanayi Devrimi bir çorap söküğü gibi birbirini takip etmiş, Büyük Savaş’a yol açan gelişmeler zincirinin birer halkası olmuştur.

Dünya silahlarını kuşanıyor

1. Dünya Savaşı’nın 1914 yılının Temmuz ayında patlak vermesinden önce Avrupalı devletler arasında siyasi ve askerî birlik anlaşmaları imzalanır. Sömürgecilik yarışında diğer ülkelere kıyasla geride kalan Alman İmparatorluğu 1879 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile bir antlaşma imzalayarak İkili Antlaşma adı verilen bir ittifak kurar. 1882 yılında imzalanan Üçlü İttifak Antlaşması’nın ardından İtalya da bu iki ülkeye katılır ve I. Dünya Savaşı’nın İttifak Devletleri grubu oluşmuş olur. 1870 yılında Prusya ile yaptığı savaştan yenik çıkan ve Alsace-Lorraine bölgesinin kontrolünü savaşın ardından kurulan Alman İmparatorluğu’na devreden Fransa; özellikle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun topraklarında yaşayan Slavları bir bayrak altında toplamak ve Boğazlar üzerinde hakimiyet kurmak isteyen Rusya ve giderek güçlenen Alman İmparatorluğu ile silahlanma ve sömürge yarışına giren Birleşik Krallık ise 1907 yılında imzaladıkları anlaşma ile İtilaf Devletleri’ni oluşturur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın 1914 yılında Saraybosna’ya yaptığı ziyaret sırasında bir Sırp genci tarafından öldürülmesi, silahlarını evvelden kuşanan, tarafını çok önceden belirleyen devletlere savaş başlatmak için bekledikleri bahaneyi sunar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan etmesiyle Büyük Savaş resmen başlar. Savaşın sona erdiği 1918 yılına kadar, saf değiştiren İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Sırbistan ve Belçika dahil olmak üzere daha pek çok ülke İtilaf Devletleri’ne katılacaktır.

Son yıllarda girdiği savaşlardan yenik çıkan, Balkanlar’daki topraklarının çoğunun kontrolünü kaybeden Osmanlı İmparatorluğu ise yüzünü halihazırda Berlin’i Bağdat’a bağlayan demiryolları projesi nedeniyle güçlü ekonomik ilişkiler kurduğu Almanya’ya döner. Osmanlı Devleti zaten ordusunda yenilik yapmak amacıyla Almanya’dan yardım istemiş, Almanya da 1913 yılının Kasım’ında İstanbul’a General Otto Liman von Sanders başkanlığında askerî bir misyon göndermiştir. 2 Ağustos 1914 tarihinde imzalanan gizli bir ittifak antlaşması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu, son dönemde kaybettiği toprakları geri alma ve siyasi yalnızlıktan kurtulma düşüncesiyle Almanya’nın savaş müttefiki haline gelir.

Goeben ve Breslau adlı Alman savaş gemileri, Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’ne ulaşır. Uluslararası hukuk uyarınca tarafsız bir ülke olması durumunda bu savaş gemilerini silahsızlandırmakla yükümlü olan Osmanlı Devleti, bu gemilerin Boğaz’ı geçmelerine izin vermekle kalmaz, onları Yavuz ve Midilli olarak yeniden adlandırır. Böylece Almanya’yla kurduğu birliği bir anlamda dünyaya ilan etmiş olur.

Müttefikleri Avusturya-Macaristan ve Almanya Osmanlı’nın savaşa girmesi için baskı uygular. Zira yeni bir cephenin açılması durumunda diğer iki ülkenin yükü hafifleyecek, İtilaf birlikleri Osmanlı topraklarına kaydırılacak, Birleşik Krallık Mısır ve sömürgelerini korumak zorunda kalacak, Boğazlar kapatılarak Rusya’nın İtilaf Devletleri’yle bağlantısı koparılacaktır. 29 Ekim 1914’te Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle aralarında Yavuz ve Midilli’nin de bulunduğu Osmanlı kruvazörleri, Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını bombalar. Bunun üzerine Rusya’nın 2 Kasım, Birleşik Krallık ve Fransa’nın ise 5 Kasım’da Osmanlı’ya savaş ilan etmesinin ardından Osmanlı resmen ve fiilen I. Dünya Savaşı’na katılır.

Şehit kanıyla sulanan topraklar

Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesine paralel olarak İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’u kontrol altına almanın yollarını aramaya başlar. II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık’ın Başbakanı olarak görev yapacak olan dönemin Bahriye Nazırı Winston Churchill, tarih sahnesine Çanakkale’ye düzenlenecek saldırıların arkasındaki isim olarak çıkar. Churchill, Çanakkale Boğazı’nın yalnızca deniz harekatıyla alınabileceği fikrini öne sürer. Boğaz’ın rahatlıkla geçileceğine inanan Churchill, daha da ileri giderek Alman donanmasına karşı koyacak kadar güçlü olmayan gemilerin bu deniz harekatında kullanılması konusunda ısrar eder. Churchill’in bu ısrarı, İtilaf Devletleri’ne pahalıya patlayacak, kendi itibarının ise sarsılmasına neden olacaktır.

Almanya ile imzaladığı ittifak antlaşmasının ardından ülke genelinde seferberlik ilan eden Osmanlı Devleti, 20 ila 45 yaş arasındaki erkekleri cepheye çağırır. Demirci ve nalbant gibi farklı meslek ve zanaatları icra edenler de gönüllülük esasıyla orduda görevlendirilir. Almanya, Osmanlı’ya destek için çok az sayıda asker gönderirken Osmanlı ordusuna Anadolu’nun yanı sıra Musul, Kerkük ve Batum gibi bölgelerden gelen gençler de dahil edilir.

Aralarında Agamemnon ile Queen Elizabeth gibi dönemin önemli zırhlılarının da bulunduğu İngiliz ve Fransız gemileriyle denizaltılarından oluşturulan Birleşik Filo, 3 Kasım’da Gelibolu Yarımadası’nın kıyılarını bombalar. Kesin saldırılar, 19 Şubat 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’nın girişindeki tahkimatı hedef alır. Hava muhalefeti nedeniyle sekteye uğrayan harekatı 25 Şubat’taki ikinci ve asıl bombalama takip eder. İtilaf birlikleri, Osmanlı’nın Kumkale, Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarını hedef alır. Osmanlı Devleti ise Müttefikler’in uzun menzilli zırhlılarının saldırılarına karşılık vermekte zorlansa ve bazı toplar aşırı ısınmadan kullanılamaz hale gelse de mücadelesini sürdürür.

Çanakkale Boğazı’nın sandıkları kadar kolay ele geçirilemeyeceğinin farkına varan İtilaf Devletleri, 18 Mart’ta Boğaz’ın en dar noktasını hedef alan bir taarruz düzenler. Osmanlı Devleti bu taarruzdan önce Nusrat mayın gemisini elinde kalan son mayınları yerleştirmesi için görevlendirir. Nusrat, İtilaf Devletleri’nin Boğaz’dan geçişini engellemek için kıyıya paralel olarak 26 mayın döşer. Takvimler 18 Mart 1915’i gösterdiğinde Birleşik Filo, hiç beklemediği bir savunmayla karşı karşıya kalır. Filonun en güvenilir gemilerinden Ocean, Irresistable, Suffren, Gaulois ve Bouvet, Nusrat’ın döşediği mayınlarla, Seyit Onbaşı’nın sırtlandığı 275 kilogramlık top mermisiyle vurulur ve Boğaz’ın işgal kuvvetlerine geçit vermeyen derin sularına gömülür. Böylece Türk milleti İtilaf Devletleri’ne karşı kesin bir zafer elde eder. Tüm dünyaya vatan topraklarını kanının son damlasına kadar savunacağını, işgal kuvvetlerine boyun eğmeyeceğini, imkansızlıklar içindeyken bile son nefesine kadar vatanından asla vazgeçmeyeceğini gösterir. Emin Âli, Yeni Mecmua’nın Çanakkale Özel Sayısı’na yazdığı makalesinde 18 Mart Zaferi’nin ardından Çanakkale Boğazı’ndaki manzarayı şöyle betimler: “Artık gece olmuş, düşman donanması sığınakları olan adalara kaçmıştı. Zafer perisi, İstanbul’un nazlı ve şair gökyüzünden doğan iki günlük hilali, Çanakkale şehitlerinin cesetleri üzerine nur saçan ilahi bir kandil gibi yakmış; cesur ve kahraman savunmacılara Boğaz’ın pırlanta taneleri gibi parlayan yıldızlarla dolu gökyüzünde sancaklarının nurlu yansımasını göstermişti…”

Müttefikler’in beyhude çabaları

Çanakkale’nin “geçilmez” olduğunu kanıtlayan Türk birliklerinin kazandığı 18 Mart Zaferi, yurtta büyük coşkuyla karşılanır. Fakat Osmanlı Devleti, tedbiri elden bırakmayarak olası bir kara harekatına yönelik tedbirler geliştirir. Gelibolu’da yaklaşık 80 bin askerden meydana gelen 5. Ordu oluşturulur ve birliklerin başına Otto Liman von Sanders getirilir. Almanya, Çanakkale Deniz Zaferi’nin ardından İttifak Devletleri’ne katılan Bulgaristan’dan cephane yardımı alarak bunları Gelibolu’ya sevk eder.

Müttefikler, uğradıkları ağır yenilginin ardından Boğazlar’ın kontrolünü ele geçirmek için yeni arayışlara yönelir. 25 Nisan’da Gelibolu’ya kara harekatı düzenlemek üzere Akdeniz Seferi Kuvvetleri oluşturulur, Winston Churchill görevden alınarak yerine İngiliz General Sir Ian Hamilton getirilir. Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşan ANZAK Kolordusu (25 bin 700), 29. İngiliz Tümeni (17 bin), 1. Fransız Tümeni (16 bin 700), 1. İngiliz Deniz Piyade Tümeni (10 bin 800) ve ANZAK Tugayı’ndan (4 bin 800) meydana gelen yaklaşık 75 bin asker bölgeye sevk edilir.

“Kum gibi, tûfan gibi kaynayan mahşer”

İtilaf Devletleri taarruz için Seddülbahir ve Arıburnu olmak üzere iki ana bölge belirler. Bu iki bölgeye çıkarılan birliklerin Alçı Tepe ve Conkbayırı’nı ele geçirdikten sonra koordine bir şekilde Kilitbahir platosunu işgal etmeleri hedeflenir. Müttefikler, 25 Nisan 1915’te Seddülbahir Cephesi’ne çıkarma yapar. Bu cephede Birinci Kirte, İkinci Kirte, Üçüncü Kirte ve en çok zayiatın verildiği Zığındere olmak üzere dört muharebe meydana gelir. İtilaf Devletleri hedefledikleri bölgeleri ele geçiremez ve bölgedeki çarpışmalar savaşın sonuna kadar mevzi muharebesine dönüşür.

25 Nisan sabahı Müttefikler, ANZAK Kolordusu’yla Arıburnu’nda bir çıkarma daha organize eder. Bu çıkarma öngörülemediğinden ANZAK birlikleri ciddi bir direnişle karşı karşıya kalmaz ve ilerleme kaydeder. Conkbayırı bölgesinde tatbikat yapan 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal durumu anlar ve derhal ordu komutanına haber gönderir. Bir yanıt alamayınca Conkbayırı hattının kaybedilmesinin çok ciddi sonuçlar doğuracağının farkında olarak 57. Alay’ı bölgeye yönlendirir. İşte Mustafa Kemal, cephanesi kalmayan Türk askerine süngülerini kullanmasını emrettiği, tarihe geçen “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir” sözünü burada söyler. Tıpkı Seddülbahir Cephesi’ndeki gibi Arıburnu Cephesi’nde de hedeflerine ulaşamayan İtilaf Devletleri, nihai bir sonuç elde etmek için Ağustos ayında üçüncü bir cephe açma kararı alır, ki bu cephe Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’e Anafartalar Kahramanı unvanını kazandıracaktır.

Deniz harekatında başarısız olan, aylardır sürdürdükleri kara harekatında da hiçbir şey elde edemeyen İngiliz birlikleri, 6 Ağustos gecesi Suvla Koyu’na çıkarma yapar. Arıburnu’nda aldığı inisiyatif doğrultusunda bölgeyi başarıyla savunan 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı’na atanır. Mustafa Kemal, 9 Ağustos’ta saldırıya geçen İngiliz birliklerine taarruzla karşılık vererek onları hazırlıksız yakalar. 10 Ağustos’ta ise Conkbayırı’nda ANZAK askerlerine karşı düzenlediği taarruzla ANZAK’ları geri püskürtür. Böylece Anafartalar Cephesi’nin ilk mücadelesi Birinci Anafartalar Muharebesi kazanılır. Akdeniz Seferi Kuvvetleri’nin Komutanı Ian Hamilton, Müttefikler’i bekleyen akıbetin farkında olsa da Ağustos ayı boyunca Anafartalar Bölgesi’nin çeşitli yerlerinde taarruzlar düzenler. Ancak işgal kuvvetlerinin bu çabası bataklıkta batmamak için çırpınırken daha da dibe inmek olarak betimlenebilir. Müttefikler’in aylar önce masa başında plan yaparken küçümsediği, kolaylıkla ele geçireceğini düşündüğü Boğaz, Anafartalar’ın ikinci muharebesi Tekketepe ve son mücadelesi İkinci Anafartalar Muharebesi ile bir kez daha savunulur ve Türkler nihai zafer elde eder.

canakkale-3

Dünyaya örnek şanlı bir zafer

Türk ordusunun İtilaf Devletleri’ni yenilgiye uğratmasının ardından İtilaf birlikleri yavaş yavaş bölgeden çekilmeye başlar. Önce General Ian Hamilton görevden alınır. Ardından Birleşik Krallık’ın Harbiye Nazırı Lord Kitchener Çanakkale Cephesi’ne gelerek incelemelerde bulunur. Bulgaristan, Türk zaferinin ardından İttifak Devletleri’nin yanında savaşa katılır. Sonuçta 1915 yılının Aralık ayı itibarıyla Çanakkale işgal kuvvetlerinden arındırılır.

Türk askerinin savunma savaşlarındaki yeteneğine 5. Ordu’nun üstün liderliği eklenince Türk milleti Çanakkale’de görkemli bir zafer elde eder. Bu zafer, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden topyekûn vatan toprakları için canını ortaya koyan Anadolu insanı arasında Millî Mücadele ruhunun filizlenmesine önayak olacak, Türk milletine özgürlüğü ve bağımsızlığını kazandıran Kurtuluş Savaşı’nın temeli Gelibolu’da atılacaktır. Öte yandan, Çanakkale Zaferi, Avustralya ve Yeni Zelanda halkları başta olmak üzere dünya genelinde, sömürge yönetimlerine karşı ulusal bağımsızlık fikrinin oluşmasında etkili olacaktır.

Gelibolu’yu, burada ortaya çıkan millî ruhu ve bu ruhun hangi koşullar altında doğduğunu anlatmanın en iyi yolu belki de Anafartalar Kahramanı’nın sözlerine başvurmaktır: “Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, bu yüksek ruhtur.”

Yeni Haberler