Köşe Yazısı

Kilise’den mesajınız var!

Nergiz Nazlar / 06.01.2016

Sözlükte en basit anlamıyla şehit karşılığını bulan martyr kavramı, Müslüman Osmanlı otoritesi altında varlığını sürdürmeye devam eden Ortodoks Kilisesi’nin ürettiği hagiografyalarda, “Hayatları pahasına ve her türlü işkenceye rağmen Ortodoks Hıristiyan inancından vazgeçmeyip bu uğurda şehitlik mertebesine eren azizler” için kullanılmıştır. Bu metinleri tarihçiler için özellikle önemli kılan husus ise Osmanlı otoritesi altında soluyan Ortodoks Kilisesi’nin mesajlarını taşımalarında yatar. Sözü fazla uzatmadan gelin iki kilise kaydı neo-martyr hagiografyası örneğiyle 15. yüzyıl Osmanlı’sına bir göz atalım ve inançlarında ısrar ettikleri için öldürülüp azizlik mertebesine yükselen iki tüccarın hikayesinden nasıl bir tarihsel tanıklık elde edebiliriz, yakından bakalım.

15. yüzyıl sonlarına ait ilk metnimiz, Zengin ve aristokrat bir aileden gelen, Serez doğumlu John’un hikayesini içerir. Hagiografyası, “John’un zenginliği ve aristokrat kökeni bazı Müslüman Serez halkının kıskançlığına sebep olmuştur” der. Onu çekemeyenler John’a asılsız suçlamalar yöneltmişler, onu dinlerine küfür etmekle itham etmişlerdi. Aslen Ortodoks Hıristiyan olan John’un sonradan Müslüman olduğunu, bundan da vazgeçip eski inancına, Hıristiyanlığa döndüğünü iddia etmişlerdi. Bir kez Müslüman olup sonra bundan vazgeçmek İslamiyet’e küfür sayılıyordu ve cezası da ölümdü. İşte bu kişiler ona iftira atmakla yetinmeyip John’u bir de kilise önüne kadar sürüklemişlerdi. Sonunda suçlamalar davaya dönüşüp kadıya intikal etmişti. Her ne kadar soruşturmada John Hıristiyan inancına hep sadık kaldığını, hiçbir zaman Müslüman olmadığını, bu insanların ona iftira attıklarını ve yalan konuştuklarını belirtse de, kadı onun hapsedilmesini emretmişti. Bir süre sonra koğuşundan çıkarılan John’a dinini değiştirip Müslüman olması karşılığında hayatının bağışlanacağını, bununla da kalmayıp kendisine önemli mevkiler ve mülkler bağışlanacağını söylediler. Fakat John’un fikrini ne tehditler ne de vaatler değiştirdi. John defalarca işkence gördü. İftiracılar o hapisteyken Sultan’a bir mektup yolladılar. Cevap gecikmeden geldi. Sultan, bu gencin dinini değiştirmediği takdirde öldürülmesini ve bedeninin yakılmasını emretti. Fakat John bu haberi sevinçle karşıladı ve hiç tereddütsüz şehitlik mertebesine doğru yoluna koyuldu. John’un ölümünü daha da eziyetli kılmak için iftiracılar onu koca bir ateşin ortasında yüksek bir yere bağladılar. Ateşler John’un bedenini ayaklarından itibaren yakmaya başladı. Fakat o, sakinliğinden ödün vermedi, ta ki iftiracılarından biri ağzına bir parça odun sokarak John’un ölümüne sebep olana dek. Böylece John, azizlik mertebesine yükseldi.

İkinci metnimiz de geç 15. yüzyılda geçen bir olaya dairdir. Michael Mavroeides, Edirne’nin seçkin bir Ortodoks Hıristiyan ailesindendi. Dindar, yakışıklı ve başarılı bir iş adamıydı. İş dünyasındaki başarıları ona büyük bir zenginlik ve birçok mülk kazandırmıştı. Mavroeides, hem Ortodoks hem de Müslüman halk arasında oldukça meşhur bir zattı. Hatta Anadolu ve Balkanlar’ın seçkin Ortodoks ve Müslüman liderleri arasında bile bir şöhrete sahipti. Ancak hagiografyasına göre onun bu zenginliği ve popülerliği bazı Müslümanlar arasında kıskançlığa sebep olmuştu. İşte bu barbar Türkler kadıya gitmiş, Mavroeides’in önce Müslüman olup sonra tekrar eski inancı Hıristiyanlığa dönerek İslamiyet’e küfrettiğini iddia etmişlerdi. Michael bu suçlamayı kendisini şahsen tanıyan kadı önünde reddetti. Kadı ona inandı ve aleyhinde herhangi bir işlem başlatmadı. Ancak bu durum iftiracıları tatmin etmedi ve kadıyı kanunu gözardı etmekle itham edip davayı Sultan’a taşımaya yemin ettiler. Her ne kadar kadı hükmü gizleyerek uzlaşma sağlamaya çalışsa da, dava Sultan tarafından dahi duyuldu. İftiracılar bu sefer Sultan’ın huzuruna çıkmışlardı. Michael’a asılsız suçlamalar yöneltmişler ve onun yakılarak öldürülmesini talep etmişlerdi. Sultan, Michael’ın Müslüman olmaması halinde öldürülmesini emretti. Michael bir kez daha kadı huzuruna çıktı. Fakat bu sefer hayatının bağışlanması için dinini değiştirmesi istendi. Hatta karşılığında kendisine daha büyük bir saygınlık ve zenginlik vaddedildi. Fakat Michael kendisine sunulan tüm zenginlik ve saygınlık vaatlerini reddederek inancından vazgeçmedi. Hayatı pahasına da olsa inancından vazgeçmeyeceğini söyledi. Michael ölümünün kılıç yoluyla olmasını rica etti, ama bu konuda çok da ısrar etmedi. Sonunda kafası bedeninden kılıçla ayrıldı, daha sonra bedeni yanmaya bırakıldı ve Michael’in bedeni küle dönüştü. “O, hayatını İsa’nın sevgisine adamıştır” der hagiografyası.

Osmanlı otoritesi altında varlığını sürdüren Ortodoks Kilisesi’nin yazıya geçirdiği her iki metinde de karşımıza zengin ve aristokrat aile bağlarına sahip, saygın iki figür çıkmaktadır. Öyle ki, zenginlikleri ve saygınlıkları bazı Müslüman çevrelerin kıskançlığına sebep olmuş ve ikisi de iftiraya uğramıştır. İkisi de sonradan Müslüman olup ardından eski Hıristiyan inançlarına dönmekle, yani İslamiyet’e küfretmekle suçlanmıştır. Bir Ortodoks Hıristiyan, Müslüman olmaya karar verip sonra pişman olarak eski dinine dönmeye yeltenirse varacağı nokta ya ölüm ya da vicdan azabı olacaktır. Bu metinleri yazıldıkları haliyle gerçek kabul edenlerin belki de aklına takılacak ilk konu işte bu din değiştirme ihtimalinde yatan ölüm tehlikesi olacaktır. Kilise’nin vermek istediği asıl mesaj da burada gizlidir. Zira neo-martyr hagiografyaları işledikleri hikayelerle dinî metinler olmaktan ziyade Kilise’nin propoganda aracı olma görevini üstlenmişlerdir. Kilise inananları bu yolla uyarıp asıl dinlerinden dönmelerinin önüne geçmek istemektedir. Peki, Kilise’yi böylesi bir telaşa sürükleyen sebepler nelerdir?

Önde gelen Osmanlı tarihçisi Elizabeth Zachariadou, 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu ve Balkanlar’daki Hıristiyan nüfusun azalmakta, buna karşın Müslüman nüfusun artmakta olduğunu belirtir. Her ne kadar savaşlar, katliamlar ve kölelik sistemi bu sayısal durumun değişmesinde etkili faktörlerden olsa da, en önemli sebebin din değiştirme pratiklerinde aranması gerektiğini savunur. Burada bahsetmemiz gereken en önemli husus ise söz konusu pratiklerin bir zor kullanma sonucu gerçekleşmiyor olduğudur. Ünlü Osmanlı tarihçimiz Halil İnalcık’ın da belirttiği gibi İslami kanunda gayrimüslim tebaa zimmi statüsüyle İslam devletinin koruması altındadır. Ayrıca Osmanlıların yürüttükleri istimalet politikası onları gayrimüslim tebaa nazarında tercih edilir bir güç kılmıştır. Zira istimalet politikasına göre devlet, yeni fethedilen yerlerde fetih öncesi düzeni korumaya ihtimam gösterir. Özellikle hagiografyaların yazıldığı tarihler gibi erken dönemlerde belirli bazı ayrıcalıkların, statülerin, geleneklerin ve yasaların fetih öncesinde olduğu gibi korunmasına özen gösterilmiştir. Mavroeides’in hikayesinde de görüleceği gibi kadı onun yargılanmasına istekli olmamış, aynı zamanda yerli Hıristiyan nüfusu provoke etmekten çekinmiştir. Bunun yanı sıra, eski bir Bizans aristokrat aile geleneğine musammaha göstererek, sultanın emrinin aksine ölümünün kılıç yoluyla olmasını mümkün kılmıştır. Metinde yer alan bu hususlar Osmanlı idaresinin istimalet politikasına verdiği önemin bir uzantısı olarak okunabileceği gibi, bir arada uyum içerisinde yaşayan her iki topluluğu birbirlerine karşı kışkırtmaktan imtina gösterilmesi olarak da değerlendirilebilir.

İstimalet politikasının belki de en ayırıcı özelliği, Osmanlıların Ortodoks Kilisesi’ni devletin ve idarî sisteminin bir birimi olarak tanımasında gizlidir. Kilisesine, inancına, statüsüne, toprağına dokunulmadan hayatını devam ettiren gayrimüslim reaya, Osmanlı timar sistemi sayesinde eski feodal lordlarına karşı yükümlü oldukları ağır hizmet koşullarından da kurtulmuşlardır. Tüm bu etkenler onları Osmanlı egemenliğine, inancına ve de kültürüne bir adım daha yaklaştırmış olsa gerektir. Bunun sonucunda da bazı Hıristiyan nüfusun ihtidaya gönüllü olması anlaşılır bir durumdur. Ayrıca, Osmanlı toplumunda Müslüman olmanın bazı avantajları da söz konusudur. Mesela gayrimüslimlere uygulanan cizye vergisi yükünden muafiyet bunlardan biridir. Ya da yüksek sosyal sınıflara geçişin ancak Müslüman tebaaya açık olması da gerekçelerden biridir. İncelediğimiz iki hagiografya metninde de gördüğümüz gibi Müslüman olmaları karşısında tüccarlara daha fazla saygınlık ve zenginlik sözü verilmektedir. İhtidaların sayısının yüksek olmasında şüphesiz bu kazanımın etkisi büyüktür. Kilisenin de metinlerinde bu hususun altını sıkça çiziyor olmasının sebebi burada aranabilir.

Genelde göz ardı edilen bir diğer etkense örneklerimizde gördüğümüz gibi Müslüman ve Hıristiyan toplulukların bir arada ve iç içe yaşıyor olması gerçeğidir. Yani bir arada yaşamanın sağladığı kültürel etkileşimle Hıristiyan tebaanın Müslüman olmayı tercih etmesi ihtimali de pekala gerekçelerden biridir. İhtidaların önünü kesmek içinse Ortodoks ruhban sınıfı ihtidaya yönelmiş bir ruhun kurtuluşunun tek garantisinin onun eski inancında, yani Ortodoks Hıristiyan inancında olduğunu söyleyecektir. Bu etkili bir propoganda söylemidir. İnançlarını terk eden Hıristiyanlar suçluluk hissedip eski dinlerine dönmek isterlerse hatırlamalıdırlar ki İslam dininden dönmenin cezası ölümdür. Böylelikle Ortodoks topluluklarını din değiştirme konusunda uyarırlar. Kilise onlara kendi inançlarında, yani Ortodoks inancında kalmalarını öğütler. Bunu hagiografyalarda da görürüz. Tüm sunulan zenginlik ve saygınlık tekliflerine rağmen azizler dinlerini değiştirmeyi reddeder. Hayatları pahasına da olsa. Ve öldürüldüklerinde azizlik mertebesini kazanırlar.

Örneklerden de gördüğümüz gibi incelediğimiz hagiografyalar her ne kadar dinî amaçlarla yazılmış metinler gibi algılansalar da bir yandan Kilise’nin mesajını taşımalarından ötürü politik tarihsel metinler, öte yandan dönemin sosyal hayatına, zihniyet yapısına ışık tutmalarından ötürü sosyal-kültürel tarih çalışmalarına yol gösterecek öneme sahip kaynaklardır.

 

KAYNAKÇA

İnalcık, Halil. “Ottoman Methods of Conquest.” Studia Islamica 2 (1954): 103-129.

_______. The Ottoman Empire: The Classical Age, 1300-1600. London: Phoenix, 1994.

_______. “Ottoman Galata, 1453-1553”, Essays in Ottoman History, s. 275-327. İstanbul: Eren, 1998.

_______. “The Status of the Greek Orthodox Patriarch under the Ottomans”, Essays in Ottoman History, s. 195-214. İstanbul: Eren, 1998.

_______. “Osmanlı Devleti’nin Doğuşu”, Osmanlı, c. I, editör: Güler Eren, s. 37-131. Ankara: Yeni Türkiye, 1999.

Karanastasis, Tasos. “Enas Neomartyras Stis Serres tou 2nd misou tou 15ou aiona”, Byzantine, 16 (1991): 197-262.

Peters, Rudolph. Crime and Punishment in Islamic Law: Theory and Practice from the Sixteenth to the Twenty-first Century. Cambridge: Cambridge University Press, 2005.

Vaporis, M. Witness for Christ: Orthodox Christian Neomartyrs of the Ottoman Period 1437-1860, 41-43. Crestwood, New York: St Vladimir’s Seminary Press, 2000.

Zachariadou, Elizabeth A. “The Neomartyr’s Message.” Bulletin of the Centre for Asia Minor Studies 8 (1990-1991): 51-63.

_______. “The Great Church in Captivity 1453-1586”, Eastern Christianity. Editör: Michael Angold, s. 169-186. Cambridge, New York: Cambridge University Press, 2006.

Yeni Haberler