Gündem

İbrahim Kalın 1915 Olayları üzerine El Cezire’ye konuştu

Tarih Haber / 26.04.2015

24 Nisan’da Türklerin ve Ermenilerin modern tarihini şekillendiren iki olayı, yüzüncü yıldönümünde anacağız. İlki Osmanlı ordusunun; 18 Mart 1915’te deniz savaşındaki mağlubiyetlerinin ardından Avrupalı İtilaf Devletleri’ni durdurmak için Çanakkale Boğazı’nı kahramanca savundukları Gelibolu Savaşı’nın yıldönümü. Çanakkale Boğazı geçilmiş olsaydı, Birinci Dünya Savaşı’nın ve 1923 yılında kurulacak yeni Cumhuriyet’in kaderi kesin biçimde farklı olurdu.

Türkiye, 24-25 Nisan’ı on yıldan uzun süredir, İngiltere, Fransa, Avustralya, Yeni Zelanda ve diğer ülkelerin katılımıyla uluslararası bir gün olarak anıyor. Bu sene anma etkinliklerine 90’a yakın ülke ve uluslararası kuruluş katılacak.

1915’te yaşanan ikinci önemli olay ise İstanbul’daki bazı Ermeni liderlerin tutuklanıp Anadolu’ya sürülme kararı alınmasıydı. Ermeni çevreleri bunu “Ermeni soykırımı”nın başlangıcı addediyor. Ama gerçekler öyle değil.

Rusların, Ermeni Taşnak birliklerinin desteğiyle Türkiye’nin doğu sınırlarına yaptıkları saldırılar sonucunda, Osmanlı’nın Rusya sınırındaki stratejik öneme sahip Van gibi bazı şehirleri 1915’in Nisan-Mayıs aylarında düştü.

Kontrgerilla tedbiri

İttihat ve Terakki hükümeti, Doğu Cephesi’nin kaybının önüne geçmek için bir kontrgerilla tedbiri olarak büyük bir Ermeni nüfusunun tehcirine karar verdi.

Bu karar, savaş dönemi siyaseti, kaynak yetersizliği ve organizasyon beceriksizliğiyle birleşince kaos, isyan ve ölümlerin olduğu talihsiz bir dönemin yaşanmasına sebep oldu. Binlerce Türk, Kürt ve Ermeni, Anadolu’da bir arada yaşadıkları gıpta edilecek tarihe ihanet ederek birbirlerini öldürdü.

Ermenilerin büyük acılar çektiği inkâr edilemez bir gerçek. Masum insanlar evlerinden koparılıp Suriye’ye ve imparatorluğun diğer bölgelerine gönderildi, kendi hayatlarını ve sevdiklerini kaybetti. Türkiye’de bu gerçeği kabul etmek yıllarca tabu sayıldı. Ancak artık öyle değil.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen sene başbakan olarak Ermenilerin çektikleri acıları kabul etti ve onların çocuk ve torunlarına baş sağlığı dilediğini açıkladı. Başbakan Ahmet Davutoğlu da bu sene 20 Nisan’da yaptığı açıklamayla bu acıları paylaşan barış mesajını tekrarladı.

Ama bu soykırım değildi. Soykırım endüstrisi tarafından 1970’den beri desteklenen bu iddia iki unsurdan yoksun: Tarihî/arşivlere dayanan deliller ve hukuki dayanak. Papa ve Avrupa Parlamentosu tarafından Ermenilerin toplu katliamının “genel olarak 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak değerlendirilmesi” iddiası, tarihsel, arşive dayanan ve hukuki bir delil olmadan bir emrivaki olarak sunuluyor.

Bu iddia aynı zamanda 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Batılı güçler tarafından Müslümanlara, Afrikalılara, Asyalılara ve Amerikan yerlilerine karşı girişilen toplu katliamları hiçe sayıyor. Bu çifte standart Türkiye’de ve dünyada çok fazla kişide etki uyandırmadı.

Soykırım lobicileri

Soykırım lobicileri tarihçilerin soykırım için delil ortaya koyduğunu iddia ediyor. Daha derinlemesine incelenirse akademik kaynaklar bunun aksini söylüyor. Stanford Shaw, Bernard Lewis, Guenter Lewy, Sean McMeekin, Justin McCarthy, Edward Erickson, Norman Stone ve Jeremy Salt gibi önemli tarihçilerin yanı sıra çok sayıda Türk ve Arap tarihçi de Birinci Dünya Savaşı ve Ermeniler üzerinde çalışmalar yaptı.

Bu tarihçilerin hiçbiri soykırım iddialarını ispatlayacak, Ermenilerin ya da başka bir grubun kasten ve sistematik biçimde öldürüldüğü suçlamalarına bir dayanak bulamadı. Bu durum hukuki alanda da geçerli. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1948’te kabul ettiği Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırması Sözleşmesi’ne göre soykırım “millî, etnik, ırksal veya dinî bir grubun tamamının ya da bir kısmının kasten yok edilmesine yönelik işlenen fiilleri” kapsıyor.

Üstelik bu iddiaların mahkemede kanıtlanması şart. Ruanda ve Bosna için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi her iki ülkedeki katliamları soykırım olarak kabul etti. 1915 olaylarıyla ilgili böyle bir karar bulunmuyor. Dinî vaazlar, siyasi deklarasyonlar ya da parlamento oylamaları hukuki bir karar oluşturmuyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Doğu Perinçek’in açtığı davayla ilgili 2013’ün Aralık ayında verdiği kararda 1915 olaylarının Yahudi soykırımından farklı olduğunu ve tarihçiler arasında sıcak bir tartışma olarak kalması gerektiğini belirtti. Soykırım iddialarının reddini suç saymak ifade özgürlüğünü ihlalidir.

Tüm bunlara rağmen, bazıları önemli tarihçilerin çalışmalarını hiçe sayıyor ve soykırım iddialarının hukuki temeli olmamasını işine geldiği gibi görmezden geliyor. Bu kişiler hiçbir kanıt göstermeden “genel kabul gören” anlatının kerameti kendinden menkul değişmeyen hikâyesini tekrarlıyor.

Daha da kötüsü, bu kişiler bugün Türkiye’deki Ermenilere zulmedildiği, Türk ders kitaplarının Ermenileri düşmanlaştırdığı ya da Türkiye’nin arşivlerini açmadığı gibi çarpıtılmış bir izlenim yaratmanın peşindeler.

Bunların hiçbiri doğru değil. Basit gerçekler, bugün Türkler ve Ermenileri birbirlerine düşman etmekten başka bir amaca hizmet etmeyen bir endüstriyi desteklemek uğruna daha önce görülmemiş biçimde görmezden gelinip çarpıtılıyor.

El üstünde tutulan Ermeniler

Geçen on yıl içinde, Türk hükümeti Ermeni vatandaşlarının koşullarını iyileştiren önemli adımlar attı. Bu adımların bazıları, 1930’larda el konulmuş Ermeni mallarının iadesi, Van Gölü’nde bir adada bulunan Akdamar Kilisesi’nin restore edilip açılması, Ermenilerin sosyal ve siyasal haklarının genişletilmesi, okul ve hastane açmalarına izin verilmesi olarak sıralanabilir.

Türkiye, bir bütün olarak, Ermeni vatandaşlarının diplomasi, iş, spor, sinema, müzik, sanat, mimari ve edebiyat gibi birçok farklı alandaki katkısına kıymet veriyor.

Son olarak, art arda gelen Ermeni hükümetlerinin çarpıtılmış bir tarih algısıyla kendilerini içe kapatmaları, 2009 yılında imzalanan Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkileri normalleştirecek Zürih protokollerinin uygulanmasının gereği olan Azerbaycan işgalini sonlandırmaya yanaşmamaları ve Türkiye’yle iyi ilişkiler kurma noktasında sayısız fırsatı çarçur etmeleri acı bir durum.

Erdoğan’ın geçen seneki uzlaşmacı açıklaması Erivan tarafından açıkça reddedildi. Ayrıca Erivan, Erdoğan’ın ilk kez 2005 yılında yaptığı, 1915 olaylarını soruşturmak için uluslararası tarihçilerden oluşan bağımsız bir komisyon oluşturulma çağrısını da bugüne kadar reddetti. İnsan böyle retçi bir tutumun Ermenistan’a ya da dünyadaki Ermenilere ne faydası olduğunu merak ediyor.

24 Nisan 1915’te Gelibolu ve Anadolu’da olanlar bizim ortak kaybımızdır. İki olay da merhamet, affetme ve anlayışı ortaya çıkarıyor. Acıları yarıştırmak ve düşmanlık tohumları ekmek yanlış ve insanlık dışı. Ermenilerin acıları Birinci Dünya Savaşı’nda Türklerin ve diğer Müslümanların acıları gibi hatırlanmalı ve yası tutulmalı.

Türkleri şeytanlaştırmak anlamlı bir sonuç vermeyecek. Düşmanca kampanyalardan ve manipülasyondan arındırılmış dengeli ve hakkaniyetli bir tarih görüşü, Ermenilerin ve Türklerin ortak acılarının kabul edilmesi ve birlikte yas tutulması noktasında katkı sağlayabilir.

Yeni Haberler