Haberler

Alman tarihçiden Holokost’la benzerlik bulma çabası

Tarih Haber / 27.02.2015

Agos gazetesinden Emre Can Dağlıoğlu, Hamburg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Jürgen Zimmerer ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

1915 Olayları’nın bir değerlendirmesini yapan Alman tarihçi, Osmanlı Devleti’nin özellikle Birinci Dünya Savaşı’na giden yolda “sosyal homojenlik” ve “ırksal arılık” stratejilerini bir çıkış noktası olarak gördüğünü, bu stratejilerin aynı zamanda bir modernleşme çabası olarak da yorumlanabileceğini ileri sürdü.

“Ermeniler günah keçisi ilan edildi”

1915 Olayları’nı “Almanya’nın da aktif rol oynadığı bir soykırım” olarak tanımlayan Zimmerer, “Almanya’nın Ermeniler’e yönelen şiddeti görmezden geldiği çok açık, çünkü Osmanlı’ya bir müttefik olarak ihtiyacı vardı” dedi ve Almanya’nın “Jöntürkler’in toplumu homojenize etme girişimine sempatiyle baktığını” da sözlerine ekledi. Dağlıoğlu’nun Zimmerer’le gerçekleştirdiği röportajın en can alıcı kısmını ise 1915 Olayları ile Holokost arasında kurulan bağlantı oluşturdu. Her iki durumda da “şiddetin iç düşmanlara yöneldiğini” savunan Jürgen Zimmerer, “Her iki vakada da farklı siyasi atmosfer ve ideolojik meşrulaştırma yöntemleri vardır” dedi. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı bir “düşman olarak kodlama” politikası sürdürdüğünü öne süren Zimmerer, Ermenilerin bu dönemde “günah keçisi ilan edildiğini” iddia etti.

İddiaların kaynağındaki şüpheli belge

Zimmerer’in Agos röportajında dile getirdiği görüşler ve tesis etmek istediği bağlantı, esasen “alternatif tarihyazımları”nda önceden denenmiş ve başarısız olmuş bir girişim. Bu türden bir bağlantının varlığından söz edilebileceği iddiasında olan akademisyenler, genellikle Adolf Hitler’in 1939 senesinde Polonya işgal edilmeden on gün önce bir parti toplantısında söylediği iddia edilen “Bugün Ermenilerin imhasından bahseden var mı ki?” sözlerini başlangıç noktası alıyor ve bunun Hitler’in Holokost’un “ilham”ını “Ermeni soykırımı”ndan aldığı düşüncesini ortaya koymak için kullanıyor. Fakat bu konuşmanın resmî kaynaklı bir yazılı hali olmadığı, “kulaktan kulağa” yayılan bir belgeye dayandırıldığı ve bu belgenin de İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ve savaş suçlarını cezalandırmaya yönelik olan Nürnberg Mahkemeleri’nce dikkate alınmadığı ve böylece orijinalliğine dair ciddi şüpheler ortaya konulduğu çoğunlukla gözardı ediliyor. Mahkeme, belgeleri delil olarak kabul etmemesinin sebebini söyle açıklamıştı: Belge üzerindeki notları aldığı iddia edilen kişinin belgeyi yayan isme ulaştırmış olduğuna dair kanıt eksikliği ve belgenin Hitler’in o gün yaptığı iki konuşmanın “çarpıtılmış bir birleşimi” olduğuna kanaat getirilmesi.

Soykırımın hukuki tanımı önemsiz mi?

Holokost ve “Ermeni soykırımı” iddialarının temellendirildiği belgenin güvenilir olmayışı dışında bu türden bir bağlantının tesis edilmesinde birtakım başka sıkıntılar da var. Örneğin, 1915 Olayları’nın etnik veya dinî temele dayalı olmayışı ve siyasi bir mecburiyetle alınan bir kararın sonucu olması; bu olaylarda Yahudi Soykırımı’nda olduğu gibi devlet politika ve stratejilerinin olmayışı, topyekunluk şartından bahsetmenin mümkün olmaması gibi. Bu son nokta, esasen iki olay arasındaki farkın en bariz şekilde görülebildiği durumlardan biri. Holokost kurbanı Yahudiler arasında hiçbir ayrım gözetilmeksizin bir öldürme planı yapıldığı, hatta bu planların Almanya sınırları dışındaki toprakları dahi kapsadığı kesin olarak biliniyor. 1915 Olayları’na bakıldığında ise Tehcir Kararı’nın imparatorluğun bütün Ermenileri kapsamadığını, devlet ve halk için güvenlik tehdidi oluşturan ve çetelerle ilişkili olduğu bilinen Ermenilere yönelik olduğunu görüyoruz. Ayrıca, göçlerin olabilecek en iyi koşullarda gerçekleşmesi için yasal önlem alındığını, bunun önünde engel teşkil edenlerin yargılanıp idamla dahi cezalandırıldığını da biliyoruz. Bütün bunlar elbette tehcirin sorunsuz gerçekleştiğini ve 1915 senesinde katledilen Ermeniler olmadığını göstermiyor; fakat 1915 Olayları ile Holokost arasında bir bağlantı kurulmasının dayanaksızlığını da ortadan kaldırmıyor. Zira iki olay en temel noktada hukuki tanım bakımından farklılaşıyor.

Durum buyken Profesör Jürgen Zimmerer’in modası geçeli çok olmuş bu teoriye takılmasını hangi sebebe bağlamalı? Biz bilemedik…

Yeni Haberler