Eskimeyen Kitaplar, Eskimeyen Kitaplar, Kitap Dünyası

Tutunamayanlar

Hakan Arslanbenzer / 12.02.2016

Yarattığı epik mesafeye yenik düşmüş ilginç bir yazar, Oğuz Atay. Sahiciliğe koşarken ilginçliğe kapılıp kalmış bir yazar. Epik mesafe yahut gayri şahsi sanat, sanatçının kaymağını kendisine ayırıp yoğurdu sanat izleyicisine sunabileceği bir tarz değil. İşin içinde Dimyat’a pirince giderken Halep’teki bulgurdan olmak da var. Lirizmin, ben-merkezciliğin, tek-benciliğin tehlikelerinden çokça söz edilmiş olmasına rağmen epik sanatın yalnızca vahameti dikkatlere sunulmuş çağımızda; o da rasgele bir şekilde ve sinirsel düzeyi düşük bir duyguculuk hatrına. Oysa epik sanatta duyguya yer olmadığı, çünkü insanın temel ihtirası cemaate yönelik olduğu için epiğin, mesafenin, gayri şahsiliğin, sahiciliğin öldürücülüğü tartışmasız daha yüksektir öbürününkinden. Zira daha politiktir, daha çok insanın yaşanabilir bir çevreye kavuşmasını, dahası yaşamaya ve ölmeye değecek ideallerle yoğrulmasını amaçlamıştır. Bu yolda yürüyecekseniz, amacınızın sizi öncelemesi gerekir öncelikle. Bunun için yaratılmış olduğunuzu hissetmeniz yeterli değildir. Buna uygun bir şekilde yetiştirilmeniz de şarttır. Dolayısıyla araçlarınız olmalıdır, muhatabınız hiç değilse zımnen hazır bulunmalıdır vesaire. Epik sanatçının lirik sanatçı gibi anlaşılmama, kendisine ait kalma gibi lüksleri yoktur. Oğuz Atay bu bakımdan şanslıdır ve kendisi bizzat biçim için bir şanstır; Zira kendi deyimiyle “yoksul düşmüş bir soylunun durumu”nun ima edebileceği bir büyüklük kavramıyla uğraşırken bulmuştur kendisini. Kendisinden önceki bütün romancılarımızdan daha Türk’tür. Bir Bilim Adamının Romanı’yla geçmişini, Eylembilim ve Tehlikeli Oyunlar’la çevresini kurmayı denediği bir büyüklük, bir Türklük bu. Kemalizmin destansılığını çözüştürmesi sık bir şekilde yanlış anlaşılmasının da önünü açmış sayılabilir. Yoksa Atay Kemalizmle temelde bir sorunu olan azınlık mensubu veya taşralı yazarlar kadrosundan değildir. Kemalizmi eleştirir gibi yaparken gerçekte sadece özbenlerini yüceltme peşindeki soy yazarlardan olmadığı zaten açıktır. Latife Tekin ve Nihat Genç’i önceleyen müthiş bir şey barınır Oğuz Atay’da. Bunun dışında Kemalist edebiyat kültürünün sömürüsüne sonuna kadar açılıp bu kültürün muhalif seçkinlerince ölümünden yirmi yıl sonra kültleştirilmiştir. Kemalizmin destansılığını çözüştürmesi bir yerde kuşağına özgüdür denebilir. Oğuz Atay’a özgü olan bunun belli bir ideoloji adına yapılmaması, çözümün çözüştürmede aranmasıdır. Tam da modern olabileceği anda modern olamayacağının idrakine varmış bir yazar Atay. Kemalizmin iyi yetiştirdiği bir yazar olduğunda artık ne Kemalist ne de yazar olamayacağını anlamıştır. Buradan itibaren de kendisini çözülmeye bırakmıştır. Tutunamayanlar’ı 700 sayfalık bir roman gibi gösteren de budur. Gerçekten yazılabilmiş bir roman olsaydı 300 sayfayı aşmazdı sanıyoruz. 700 sayfadır, çünkü yazar malzemeyi bile belirleme imkanına sahip değildir. Bu yüzden de okunması en zor kitaplardan biridir, tıpkı James Joyce’un Ulysses’i gibi. Joyce’un şarihleri vardı. Joyce ne anlatıyor diye sorarsanız, size bir kitaplık dolusu kitap önerirler. Yine de bizce Atay daha iyi bir durumdadır; çünkü onun şarihleri, eleştirmenleri, okuyucuları filan yok ama şahitleri var. Kült de olamıyor bu yüzden. Arkadaş oluyor, ağabey oluyor daha çok. Kanına değilse bile koluna giriyor okuyucusunun; çünkü belki bütün istediği birinin kendi koluna girmesiydi. Yardım istiyordu yani. Bunu o kadar istiyordu ki ölümünden sonra bile Tutunamayanları’yla yardım eden hâlâ kendisi.

Yeni Haberler