Kitap Dünyası

Mai ve Siyah

Hakan Arslanbenzer / 17.06.2015

İki çok uzun roman kuşağı arasında kalmış gibidir Uşaklıgil. Görüşü her ne olursa her olsun biri Batılaşmayı savunan, Batılılığı dili döndüğü, aklı kestiği oranda okuyucuya tanıtmaya gayret eden ilk dönem romancılar, yahut roman deneyenler kuşağı; işte Ahmet Mithat Efendi’dir, Samipaşazade Sezai’dir falan… Yine, görüşleri her ne olursa olsun Batılaşmanın ortaya çıkardığı sorunları ve arızaları eleştiren ve bunu aşma ve kendini bulma önerisini romanına temel yapan sonraki romancılar, ya da kısaca romancılar; yani Yakup Kadri’sinden Orhan Kemal’ine, Ahmet Hamdi’sinden Oğuz Atay’ına, hatta Latife Tekin’le Nihat Genç’e kadar… Aynı konumu şiirde Tevfik Fikret işgal eder. İlginç bir konumdur bu ara konum. Gerek eserlerine gerek hayatlarına baktığımızda Fikret’in de Uşaklıgil’in de önceki ya da sonraki kuşak şairlerimizin, romancılarımızın olmadığı derecede, hakkıyla Batılı olduklarını düşünmemiz mümkündür. Fikret’in “didaktik” şiirleri yok değildir ve Uşaklıgil de “ahlakçı” bir tutuma sahiptir, romanından çıkarılmasını istediği ders bakımından. Fikret’in didaktizmi bir düşünme tembelliğini, memleket idaresine fikriyatta yön verme kolaycılığını saklar. Fikret bu tarafıyla, memleketi gelip kurtaracak diye göklere çıkardığı politik aktörleri cicim ayları geçince yerin dibine geçiren şairlerin ilkidir. Küçük memur olarak büyük şairin portresi gibi bir şeydir… Uşaklıgil’in ahlakçılığı ise bir hissizliğin, empati yoksunluğunun, yabancılığın ifadesidir. Hangi hikayesi ya da romanı söz konusu edilirse edilsin Uşaklıgil kendini işin içine sokmamış, romanlarında kurulan ya da yıkılan hayatların kendi korunmuş, saklanmış, maskelenmiş hayatından uzak olmasına özen göstermiştir. Mahvolanlar hep başkalarıdır. Ona bir şey olmamıştır, olacağı da yoktur. 19. yüzyıl Fransız romancısı. Tıpkı bu muhteremler gibi Uşaklıgil de başkalarının hayatını anlatırken askeri bir disiplini, berberce bir titizliği sürdürür. O kadar disiplinlidir ki bir tek romanı romandan, bir tek hikayesi hikayeden başka bir şey değildir. Teknik mi teknik, tarz mı tarz, düşünsel içerik mi tamam, insanlar tanıdık ve yerli yerinde, olaylar gerektiği gibi gelişiyor ve düşenler, çıkanlar, serim düğüm çözümler, karakter gelişimleri, anlatım incelikleri vesaire vesaire… “Burada ne var? Bu halk bunun nesine aldanıyor? Bunu bir türlü anlıyamazdı. Sahnedeki karıyı üçüncü defa alkışlamadılar, artık bundan bıkmış göründüler, bir başkasının gelmesi için herkes sükut ediyordu. O zavallı da sahnenin kenarında tekrar davet olunmıya intizar ederek duruyordu, sükutu görünce kayboldu. Ahmet Cemil bunu da farketti, o vakit demin nefret ettiği bu karı hakkında adeta bir merhamet duydu.” İşte küçük memur merhameti, işte Türk natüralizmi, işte ilk Türk romancısının hal ve keyfiyeti. Bugün başlangıç anından çok daha mizantrop, çok daha çapraşık bir şekilde ahlakçı çünkü insan sevmez olan Türk natüralist romanının ağababası Uşaklıgil’dir; boş yere Hüseyin Rahmi’nin günahını alırlar.

Yeni Haberler