Dosya Haberler

Dönüştürücü bir gösterim sanatı: Meddahlık

Tarih Haber / 13.10.2015

“Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet, Dinle imdi bende-i acizden hoş bir hikaye” diye başlar meddahlar, biz de öyle yapalım.

Türk toplumunda hikaye ya da destan anlatıcıları Arap coğrafyasından gelen meddahlardan önce de vardı. Meddahlar, destansı şahsiyetleri, gerçeküstü hadiseleri ve şarkılı anlatımı bir kenara bırakıp günlük hayatın içinden gerçek hikayeler seçmeleriyle İslamiyet öncesi Türk geleneğine ait olan baksı ve ozanlardan ayrıldılar. Bu tavır, Türkleri Arap meslektaşlarından da ayıran noktaydı. Bu nedenle rahatça söyleyebiliriz ki meddahlık Türk halkına ait bir tiyatro türüdür. Kahvehanelerde, meydanlarda, bir sandalye üzerine oturur, omzuna bir mendil (makreme), eline bir baston (pastav) alır, hitap ettiği topluluğun acılarına, sorunlarına, sevinçlerine uygun hikayeler anlatırdı. Her yerde, herkese aynı hikayeyi değil, çevresine toplanan seyirciye bakıp onlara, onların öykülerinden bahsederdi. Bu ince kabiliyet için öncelikle meddahın halkın içinden gelmesi, beraber yaşadığı insanları derinden bilmesi gerekirdi. Meddahlığı hakkıyla icra eden sanatçılar gerektiğinde en izbe yerlerde ayyaşlarla ahbap olur, kulaklarına çalınan her türlü şiveyi hafızasına alır, ülkesinde yaşanan toplumsal sorun veya değişimleri en önden izlerlerdi. Böylece doğaçlama yolunu tecrübeleriyle de zenginleştirmiş meddahlar, ses ve hareketleri taklit etmelerinin de yardımıyla (ki meddahların Osmanlı coğrafyasındaki tüm şiveleri bildiği söylenir) halkın hikayelerini halka anlatır, zaman zaman durup seyircilerle konuşurak onlarla bir bağ kurar, sanatına halkı ortak ederdi. Batı’ya köken olan Yunan tiyatrosunun kıyafet tasarımı, dekor ve hazır metin seçimine karşıt olarak meddahların anahtarı doğaçlama, yerlilik ve seyirciyle doğrudan bağdır diyebiliriz.

Meddahların sanata bakış açıları ve bunun icrasındaki yöntemleri, tarihsel olarak doğrudan veya dolaylı bir şekilde Batı’yı etkilememiş olsa da, 20. yüzyıl sonrası gelişen bazı akımlarla, 14. yüzyıla dayanan Türk meddahlığı arasında bazı temel benzerlikler görebiliyoruz. Bunlardan ilki Alman şair ve oyun yazarı Bertolt Brecht’in, Avrupalı bireyin sanayileşme, kapitalizm ve dünya savaşı karşısında çökmesi üzerine düzeni değiştirmeyi hedefleyen bir ideoloji temelinde ortaya attığı epik tiyatro fikridir. Marx ve Rus biçimcilerinden etkilenen Brecht, klasik özdeşleşmeci tiyatroda, fikirlerini açıklama imkanını bulamadı ve yabancılaştırma yöntemini kullanarak, canlandırmaya değil anlatmaya dayalı bir tiyatro biçimi oluşturdu. Onun, insanın gerçekliğe yabancılaşarak, onu değiştirme ve dönüştürme gücünü ortaya çıkarması dileğini yerine getirmek için ortaya attığı tiyatral düzenlemeler, hiçbir kuramsal altyapısı olmamasına rağmen meddahlıkta da vardır. Ne var ki Brecht geliştirdiği tiyatro için geleneksel Çin oyunlarını incelerken Türk tiyatrosunu es geçti.

Meddahların hikayelerinde kişiler geleneksel rolleriyle ele alındığı için, seyirci detaylıca resmedilmiş bir karakterle kendini özdeşleştirmez. Derinlemesine bir öznellik mevcut değildir, tam tersine Brecht’in de istediği gibi söz, fikir ve davranışlar ön plandadır. Kendini oyuncuyla bir görüp hikayeye kendini kaptıran izleyiciye savaş açan Alman tiyatrocunun bu sıkıntısı da yine her karakterin bir kişi tarafından aynı kıyafetlerle oynandığı meddahlıkta çözülür, meddahın çevresine dizilenler, salt hikayeyi değil, hikaye yoluyla meddahın toplumsal olaylara bakışını dinlerler. Biçimlerinin parçalı ve esnek olması ve oyuncunun hem rol hem seyirciyle arasındaki ilişkinin özdeşleşmeden uzaklaştıran bir etki barındırması gibi benzerlikler bir yana, bu iki tür arasındaki temel fark, Brecht’in mevcut düzeni yıkmak için gerçekleştireceği bir devrim hayali karşısında meddahın mevcut düzende topluma uzaklaştığı ahlaki kuralları hatırlatmak amacı taşımasıdır.

Meddahlıkla aralarında bağ olan bir diğer akım ise, II. Dünya Savaşı sonrası dünyayı hiçe sürekleyen modernitenin aşılması amacıyla ortaya çıkan postmodernizmdir. Bu dönemde okur ve yazar arasındaki ilişki değişmeye ve yazarı eskisi gibi ağırbaşlı ve bilgili, eseri de anlamı donmuş bir metin olarak göstermeye itirazlar başladı. Böylece yazarlar ironi, parodi, metinlerarasılık gibi kavramlarla karşı karşıya geldiler. Bu kavramlar da bir boyutuyla meddahın kurucu öğelerine benzemektedir. En göze çarpan yakınlık, zaman ve uzamda yaşanan sıçramalardır. Meddah, öyküsünü dört bölümde anlatır ve anlattığı hikayenin geçtiği zaman veya mekan kısa sürede fazlasıyla değişkenlik gösterebilir. Yine hikayelerde karakterlerin değil tiplerin olması, seyircide bir üstünlük yaratarak ironi hissine meydan verir. Atasözleri, deyimler, zamanın pek bilinen menkıbeleri, masallar, Karagöz oyunlarından elde edilmiş metinler ve klasikleşmiş öyküler, meddah için her zaman anlatının dikkat çekiciliğini arttırmak için kullandığı yöntemler olmuştur. Postmodernler de buna metinlerarasılık diyor.

Geleneksel Türk Tiyatrosu türlerinden biri olan meddahlığı ve onun son yüzyılda ses getirmiş sanat akımlarıyla benzerliklerini tartıştığımız bu yazıyı, başladığımız niyetle bitirelim o zaman: “Bu kıssadır bir mecmua kenarına kaydolunmuş, biz de gördük söyledik. Sakiye sohbet kalmazmış baki. Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola, inşallah gelecek sefere daha güzel bir hikaye söyleriz.”

Yeni Haberler