Dosya Haberler, Kitap Dünyası

Aslında hepimiz İstanbul Sosyoloji öğrencileriyiz!

Kurtuluş Kayalı / 14.02.2015

İstanbul Üniversitesi en eski üniversite. Sosyoloji bölümü de dünyanın en eski ikinci sosyoloji bölümü. İlk döneminden beri Türk düşünce tarihiyle içli dışlı. Ziya Gökalp’in önemi de Türk düşünce tarihiyle iç içe geçiyor. Ziya Gökalp Türkiye’nin düşünsel hayatının ana noktalarıyla ilgili. Osmanlı son dönemini ve Cumhuriyet’in temel yaklaşımlarını etkilemiş. Bölümde yapılan ilk doktora tezi “Son Asır Türk Tefekkür Tarihi ve Mehmet İzzet” başlığını taşıyor ve Ziya Somar imzalı. İkincisi de, Kamuran Birand’ın “Aydınlanma Devri ve Türk Düşüncesi Üzerine Bazı Tesirleri” başlıklı çalışması. Sonraki yıllarda da bunlara benzer çok sayıda çalışma var. Bu anlamda belki de çok bilinçli bir tasavvur ve tasarı yok. Ancak gösterilmesi amaçlanan husus fark ediliyor. Hilmi Ziya Ülken sonraki dönemde İstanbul Üniversitesi’nde. Daha girmeden önce, Galatasaray Lisesi öğretmeniyken 1931-1932 yıllarında Türk Tefekkür Tarihi ciltlerini, iki ciltlik kitabını yayımlıyor. Hilmi Ziya Ülken, İnsan dergisini çıkarırken sonradan yayımlanacak olan Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi kitabının altyapısını oluşturuyor. Sonraki dönemlerde de bu kaygılar sürüp gidiyor. Hilmi Ziya Ülken’in çalışmaları hep ülke gerçeklikleri üzerine bina edilmiş. Din alanı dahil. Ülken, belli çevrelerde çok sonraları gündeme gelecek din konusuyla eskiden, 1940’lı yıllarda akademik anlamda ilgilenmiş. Sonra da 1960’lı yılların ilk yılında İstanbul Üniversitesi’nden çekip gitmiş. Daha doğrusu gitmek zorunda bırakılmış. Kalmayı kendine yedirememiş. Tek sorun 147’lik olması değil. Ondan sonra bölümde başkaları var. Nurettin Şazi Kösemihal ve Cahit Tanyol. Bunların yolları tarihle pek kesişmemiş. Cahit Tanyol’un doktora tezi “Ahlakta Haz ve Elemin Yeri” (1949). Nurettin Şazi’ninki ise bambaşka bir şey. Tarihten en uzak olan Nurettin Şazi’yi bile tarihe yakınlaştıran iki gelişim var. Bunlardan biri Türkiye’nin Düzeni üzerine yazdığı geniş kapsamlı eleştiri yazısı. Diğeri de Prens Sabahattin’in Türkiye Nasıl Kurtarılabilir ve Mehmet Şevki’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Sosyal Bilimle Açıklanması kitaplarının yeni Türkçeye çevrilmesine vesile olması. Bunların ikisine de önsöz yazmış. Belki de 1960’lı yılların ortalarında şekillenen sürece iki değişik tarz katılış, süreci daha yakından etkilemiş. Daha önceden Cahit Tanyol’un Fetih Destanı üzerine yazdıkları, bölümün bir şekilde tarih ilgisinin etkisinde kaldığının göstergesi. 1960’lı yıllardan itibaren de Sosyalist Kültür Derneği üyesi Cahit Tanyol bölümde belirleyici. Yazdıklarına dönemin temel değerlerinin yansıması söz konusu. Bunu atlamamak lazım. Türk tarihinin farklı yorumunun arkasında bir yaklaşım tarzı var. Ve özellikle Türk tarihinin özgünlüğü üzerine yazmayı denemiş. Özgünlük vurgusu, yazdıklarından çok yazmayı tasarlayıp da yazmadıklarında var. Ve o dönemde özellikle farklı bir Türk sosyalizminden bahsetmeye başlamış. Tabii o dönemde neredeyse hemen herkes Yön çevresinde özgün sosyalizmden söz ediyor. Ancak tarih en önde gelen ilgi alanı oluyor. Bir de yoğun Kemal Tahir ilgisi var. Bu ilgi Kemal Tahir tanışıklığıyla da süslenmiş. İlave olarak da Kemal Tahir’in cenaze töreninde “Alo Kemal!” deyişiyle biraz da mizah bulaşmış bir ilgi. Ancak tüm bunlara rağmen Ahmet Cevdet Paşa üzerine çalışma da tarih ilgisinin bölümün ruhuna sindiğini göstermekte. 27 Mayıs sonrasında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir makalesi bile askeri hareketleri geniş bir şekilde, tarihsel boyutları çerçevesinde yorumlandığını göstermektedir. Ancak, Cahit Tanyol’un yazdıkları, bütünsel bir sosyolojik çalışmalar dizisi olarak değil, aktüel siyasal gelişmelerden etkilenmiş ve siyaseti etkilemeye dönük metinler olarak düşünülmelidir. Bu anlama gelmek üzere Hilmi Ziya Ülken gibi Baykan Sezer de aktüel gelişmelerden önemli ölçüde uzak olan sosyolojik mahiyette çalışmalar yapmıştır. Bilim dallarıyla ilgili yaklaşımları bakımından, Hilmi Ziya Ülken çeşitli bilim dallarıyla bağlantılı tarzda eserler vermeyi yeğlerken, Baykan Sezer belirgin bir şekilde çalışmalarını sosyoloji üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu o kadar böyledir ki, düşüncesinin temel dayanağı olarak nitelediği Kemal Tahir metinleri üzerine kitaplarındaki etkiler belirginlik gösterse de fazla sayılabilecek ölçüde yazmamıştır.

Baykan Sezer’in söylediklerinin en başında gelen husus taklit bir sosyolojinin aşılması anlayışıydı. Türkiye’de sosyolojinin böyle geliştiğini belirtti. Sosyolojinin gelişim tarzının farklı olması gereği üzerinde dururken Batı’da sosyal düşüncenin, sosyolojinin söyleyecek sözü olmadığı kanaatini ifade etti. Dolayısıyla, Türk sosyolojisi dediği sosyolojinin Batı’daki gelişmeleri de daha gerçekçi bir şekilde tahlil edebileceğini açıkça belirtti. Bu çerçevede de Amerika’nın Keşfinin 500. yılı dolayısıyla bir sempozyum tertip etti. Böylelikle Türk sosyolojisinin sadece Türkiye’nin sorunlarıyla ilgili olmadığının somut kanıtlarından birini sunmuş oldu. Özellikle bu sempozyumun, Baykan Sezer’in Türk sosyolojisine atfettiği anlamı yakalamak için özel önemi vardır.

Ekim 1989’da sosyolojinin 75. yılı için yapılan toplantıda bir kitap dolayısıyla kendisine sordum. Sorunun esas özelliği Batı sosyolojisindeki kriz üzerineydi. Neden bir ölçüde de olsa Alvin Gouldner’in The Coming Crisis of Western Sociology kitabındaki tezlerle ilgilenmediği şeklinde idi. Baykan Sezer bunu kendisini ilgilendirmediğini söyledi. Daha sonraki dönemde de, somut olarak bu kitapla ilgili olmasa da, benzeri bir yaklaşımla karşılaştı. Bunun Baykan Sezer gibi Batı sosyolojisi konusunda belirgin bir tavrı olanlardan ziyade başkalarına sorulması gerektiği aşikar. Alvin Gounldner gibi örgüt sosyolojisi üzerine de çalışan bir entelektüelin özellikle entelektüeller hakkındaki metinleri çevrilirken Batı sosyolojisinin krizi konusundaki kitabının çevrilmemesi ilginç görünmektedir. Aslında bu somut kitabın ötesinde “Batı sosyolojisi” kavramı da belki Baykan Sezer ve etkilediği çevre dışında Türkiye’de yeterince kullanılmamıştır. Bu durum, bu tepki bir ölçüde de olsa Batılı kavramlara karşı bir karşı çıkışın somut bir göstergesidir. The Coming Crisis of Western Sociology kitabının Türkiye’de gündeme girmemesi, yazarın diğer metinlerinin dolaşımda olmasına rağmen böyle olması, Batı sosyolojisine karşı eleştirel duruşun, eleştirel duruş bir yana sorgulayıcı bir tutumun bulunmadığını göstermektedir. Batı sosyolojisine karşı eleştirel duruşun, eleştirel duruş bir yana sorgulayıcı bir tutumun bulunmadığını göstermektedir. Batı sosyolojisine karşı sorgulayıcı bir tutumun dahi olmaması ilk dönemi itibariyle bile Baykan Sezer’in sözlerinin, nitelemelerinin doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Belli bir kesim itibariyle bile sorgulayıcı tutumun bir mecrada hâlâ boy vermediği anlaşılmaktadır.

Baykan Sezer’in yazdıkları İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde üretilen metinler üzerinde etkili olmuştur. Bu etkiyi salt bölümle bağlantılı olarak düşünmemek gerekmektedir. Bölümden mezun olup da dışarıda ve başka üniversitelerde metin yazan akademisyenleri de hesaba katmak yeğlenmelidir. Bunların metinlerinde dolaylı ya da dolaysız olarak Baykan Sezer’in etkilerinin görmek mümkündür. Bu etkiler temel yaklaşımlara sinmiş, onun eserlerine göndermeler yapmakla belirginleşmiştir. Ancak belli konuları salt düşünerek anlamak olası değildir. Baykan Sezer’in düşüncelerinin anlaşılması eserleri üzerine onlarca kitap/makale yazılması halinde mümkündür. Bugünler açısından bu durum oluşmamıştır. Düşüncesinin anlaşılması hususunda ister istemez değişik varyantlar olacaktır. Üzerinde tartışmalar olması zaman içinde bazı düşüncelerinin vuzuh kazanmasını sağlayacaktır. Ancak bu zamana kadar Baykan Sezer’in metinlerinden önemli ölçüde etkilenen bir grup akademisyen yoktur. Bu etki sadece İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’yle sınırlı değildir. Bu etkinin çerçevesinde ağırlıklı olarak Baykan Sezer’in yazdıklarının da kritik önemi vardır. Bu metinler daha derinlikli bir şekilde değerlendirildiği zaman fotoğraf daha net ortaya çıkarılabilir. Baykan Sezer’in metinlerinin anlamı da yalnız durup düşünerek değil, üzerine metinler yazarak anlaşılabilir. Gerçek anlamda düşünme de ancak yazarak gerçekleşebilir.
Baykan Sezer’in etkilerini de bir derece meselesi olarak anlamak gerekebilir. Baykan Sezer’in yazdıklarının ruhunu kavramak için entelektüel faaliyet yapılmalıdır. Herkes de düşüncelerinin belki belli yanlarına, belli doğrultularına vurgu yapmaktadır. Baykan Sezer’in yazdıklarının ruhu anlaşıldıktan sonra mesele açığa kavuşacaktır. Ancak onun yazdıkları etki dereceleri farklı olsa da değişik insanların yazdıkları/ürettikleri çalışmaları sinmiştir. Bazıları onun düşüncelerine daha bağlı olmuşlar, bazılarının bağlantıları daha dolaylı ya da daha esnek olmuştur. Hatta bazıları muhtemelen bir ölçüde eleştirel bir konumdadır. Bunların hepsi doğaldır. Bir ölçüde eleştirel bir konumda olmak da Baykan Sezer’in düşüncelerini ölçüt alarak düşünce üretmek anlamına gelir. Tüm bu birikim Baykan Sezer’in düşüncelerinin değişik ölçülerde de olsa belirgin bir etki oluşturduğunu ve etkinin hiç de kısa süreli olmadığını göstermektedir. Bu pek homojen olmayan etki, Baykan Sezer’in Türkiye’deki düşünsel varlığının sürekli olduğunu/olacağını gösterecek mahiyettedir.

Yıllarca önce, Niyazi Berkes’in ölümünün hemen akabinde Cönk dergisinde İsmail Coçkun’un Berkes’in düşüncelerini üç satırlık bir konuşmada can evinden yakalayan metnini okuduğum zaman değerlendirme biçimine hayran olmuştum. Ertan Eğribel’in çizgi roman üzerine yazdıkları ve özellikle tarihçilik konusundaki yorumları da olağanüstü çarpıcıdır. Baykan Sezer’in grup çalışmasına yatkınlığı, Bayram Kaçmazoğlu’nun Türkiye’de sosyolojiyi otuz yıllık bir süre çerçevesinde yorumlamayı denemesi ve Türk sosyoloji tarihi metni yazmasıyla da anlaşılmaktadır. Recep Ertürk’ün köy üzerine çalışmaları ve Ufuk Özcan’ın Ahmet Ağaoğlu üzerine tezi, bu tezleri kimin yönettiği sorgulanmadan İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün ürünleri, önemli ürünleri olarak nitelenmelidir. Korkut Tuna’nın Batılı bilgi üzerine çalışması da benzeri bir zihniyetin tezahürüdür. Yücel Bulut’un Oryantalizm üzerine kitabı ve Hilmi Ziya Ülken üzerine nefis makalesi de bu birikimin önemli bir rüknüdür. Hakeza Ümit Meriç’in Ahmet Cevdet Paşa üzerine kitabı da aynı çerçevede değerlendirilmemelidir. Hayati Tüfekçioğlu’nun da iletişim konusunda önemli çalışmaları bulunmaktadır. Haliyle bu kısa makalede unutulan metinler, kitaplar ve araştırmacılar olabilir. Bu tür çalışmaların yapıldığı mekanın dışında yapılan çalışmaları da aynı mantalite içinde değerlendirmek anlamlı görülmelidir. Köksal Alver’in Türkiye’de Amerikan Sosyolojisinin başlangıç dönemine dair kapsamlı ve gelişkin çalışması belli metinlerin tahlil edilmesi anlamında önemli bir eserdir. Sezgin Kızılçelik’in Baykan Sezer üzerine kitap çalışması da bu ana eksenin uzantılarından biri olarak düşünülmelidir.

İstanbul Üniversitesi dışında Baykan Sezer üzerine yapılan tez çalışmaları da kimi sosyolog hocaların Baykan Sezer’in düşünceleriyle yoğun bir şekilde ilgili olduğunu göstermektedir. Bunun ötesinde birçok üniversitede Baykan Sezer’in sosyoloji tarih ilgisinin odağına oturtması, sosyolojinin daha değişik bir biçimde algılanmasına yol açtığı gibi, başka bilim dallarında da etkili olduğunu, olabildiğini, olma potansiyeli taşıdığını göstermektedir. Baykan Sezer’in eserlerinin ulaşılabilir yerlerde olmaması etki potansiyelini ister istemez azaltmaktadır. Eserlerinin okunması halinde düşüncelerinin üniversite dışında da etkili olabileceği bir potansiyel, bir ortam olduğu kolaylıkla anlaşılabilir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nün etkisini arttıracak bir ortam vardır. Eskiden Sosyoloji Bölümü mensuplarının bir kısmının anlaşılabilir sebeplerle Baykan Sezer üzerine yazmamaları da düşüncelerin kavranması konusunda bazı sorunlar yaratmıştır. Genelde bölümün, özelde Baykan Sezer’in düşünsel etkisinin aynı biçimde olması da düşünülmemelidir. Ancak bir kaynaktan beslenen etkinin olağanüstü geniş bir çevreye yayılmış olması önemlidir. Daha önemli olan durumu fark edip daha bir açıklık kazanmasını sağlamaktır.

Özellikle sosyoloji alanında düne yaslanarak, belli bir gelenekten beslenerek akademik çalışma yapma potansiyeli şimdiye kadar oluşmamıştır. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü açısından bu ayrıcalığın önemine sahip çıkmanın kritik işlevi ihmal edilmemelidir. Ortak çalışmalar yapılmasa da metinlerin düşünsel çakışma noktalarının ve ondan öte akrabalığının, bağlantılarının önemi gözden uzak tutulmamalıdır. İleride insanlar belli bir bütünlük olduğunu biraz dikkat ederlerse zaten fark edeceklerdir. Lafı fazla uzatmadan Baykan Sezer’in altı yıl önce ifadelendirdiği düşüncelerini biraz değiştirerek aktarmak sanırım meramıma tercüman olur: “Evet arkadaş. Dallanıp budaklanıp yaygınlaşan bu bölümde Ziya Gökalp-Hilmi Ziya Ülken-Baykan Sezer çizgisi sürdürülmektedir. Bir itirazı olan var mı?”

Yeni Haberler