Dosya Haberler

Ankara’nın altını: Sof

Selahattin Turhan / 26.04.2016

Ankara tarih kitaplarında genellikle başkent olmadan önce önemsiz bir Anadolu kasabası olarak anlatılır. Bir noktadan bakıldığında yanlış da değildir aslında. Ankara Kalesi ve yakın çevresine kurulmuş, başkent oluşundan sonraki nüfusuna karşılık oldukça az kişiye ev sahipliği yapan bir Anadolu kentidir. Ancak bu tanımlama bir yandan da oldukça yanlıştır. Zira Ankara sadece bomboş, ufak ve önemsiz bir Anadolu kenti de değildir. Cumhuriyet’in başkenti olmadan önce de Ankara önemli bir yer tutar. Bu önemi ise, büyük oranda burada yetişen tiftik keçisinin kılından dokunan sof kumaşından kaynaklanır. Sof kumaşı yalnızca Ankara’da yaşayan tiftik keçisinin kılından, Ankara ve çevre illerinde üretilirdi. Tiftik keçisinin kılından üretilen sof, hem ipek gibi yumuşak hem de parlak olmasından dolayı oldukça önemli ve kıymetli bir kumaş olarak bilinirdi.

Sof kumaşının üretimi oldukça meşakkatli idi. Öncelikle Ankara ve civarında yetişen bu keçilerin bakımı ve beslenmesi diğerlerine göre oldukça zor ve bilgi gerektirirdi. Bunun yanı sıra, tiftik keçisinin kılları herhangi bir keçinin kılları gibi makas ile kırkılmaz, bunun aksine yolunurdu. Bahar aylarında keçiler tüylerini dökmeye başladıkları sırada yolunarak toplanan kıllar hemen çuvala da konulmaz, bir süre güneşte kurutulurdu. Bu işlemden sonra etrafına yapışan çöplerden ve otlardan temizlenirdi. Daha sonra ise, kıllar boylarına, özelliklerine ve çeşitlerine göre ayrılırdı. Kısa ve kaba tiftikler urgan ve çuval gibi kaba imalatta kullanılırken, uzun olanları ise özenle tel tel ayrılırdı. Tel tel ayrılan tiftikler boyanmadan evvel de ılık suda yıkanır ve parlak bir hal alması sağlanırdı.

Bu işlemden sonra da tiftik kıllarının boyanması işlemine geçilirdi. Genellikle hiç yıkanmadan boyanan kıllar, büyük kazanlarda kök boyası veya yerli boyalar ile boyanırdı. XVIII. yüzyıldan itibaren ise yer yer Batı’dan ithal edilen hazır boyalar da kullanılmıştır. Kazanda kaynatılan tiftikler daha sonra soğuk suda yeniden yıkandıktan sonra kurutulurdu. Bu şekilde boyaların renkleri çıkmaz ve solmazdı. Boyanan kıllar daha sonra yeniden bir tarama işlemi ile birbirlerinden ayrılırdı. Ancak kıllar, dokumaya geçilmeden birçok farklı işlemden daha geçiyordu.

Kılların dokuma işi ise genellikle el veya ayakla çalışan ve çurfalık adı verilen kırpaçlı tezgahlarda yapılırdı. Farklı kaynaklardan, XVII. yüzyılın ortalarında Ankara’da 1200’ün üzerinde bu tezgahlardan bulunduğunu fakat, 1895 yılına gelindiğinde yalnızca 1 tane kaldığını öğrenebiliyoruz. Bunun temel nedeni ise Batı’da üretimin endüstrileşmesi ve üretim süresinin kısalırken maliyetinin de bu üretim şekline göre oldukça düşmesidir. Dokuma işleminden sonra da oldukça uzun ve meşakkatli süreçlerden geçirilerek piyasaya sürülen sof kumaşının üretimi aslında hem bir zanaat ama aynı zamanda bir sanattır. Evliya Çelebi’nin Ankara’yı anlatırken övdüğü kumaşların ünü ise burası ile sınırlı kalmamıştır. Osmanlı sultanlarının cübbe ve kaftanlarının birçoğu bu kumaştan üretilirdi. XIX. yüzyılın sonlarına kadar oldukça kıymetli ve önemli olan bu kumaşın üretimi, dolayısıyla kullanımı da o tarihten itibaren son bulmuştur.

 

Kaynakça

Ankara’nın Somut Olmayan Bir Kültür Mirasi: Ankara Sofu, Hayrettin İvgin

Yeni Haberler